OSMANLICA EĞİTİM VE KÜLTÜR DERGİSİ MART 2016

  • 0.0 Yorum var.
  • Ürün Kodu : 04 02 16 03
  • Marka : SÜEDA

  • Toplam Fiyat
  • Fiyatı
    1,20 TL + KDV
  • Aynı Gün Kargo
  • En Ucuz Ürün
  • Fırsat Ürünü
  • Hediyeli Ürün
  • Hızlı Kargo
  • İndirimli Ürün
  • Özel Ürün
  • Sınırlı Sayıda
  • Şok fiyatlı
  • Yeni Ürün
  • Ücretsiz Kargo
Mart Ayı Editör Yazısı

Çanakkale Geçilmedi mi?

Bundan 101 sene önce Çanakkale’de yaşananlar, varlık yokluk mücadelesi olarak tanımlanıyordu. Gün geldi, batımız doğumuza çevrildi ve yine hemen dibimizde varlık yokluk mücadelesi yaşanıyor. 101 sene önce geçilmez dediğimiz kapıları sonuna kadar açmanın verdiği yaralar, maalesef yine bedelle karşımıza çıkıyor.

Rumeli Mecidiye Tabyasında kulakları dolduran şu sözlere kulak verelim şimdi:

“Bila-havf bataryada bir kişi kalmayıncaya kadar inşallah harb edeceğiz. Kimse yaralı ve şehitlerle uğraşmayacak. Ben ölürsem üzerime basın, yaralanırsam ehemmiyet vermeyin. Ben de size öyle yapacağım. Şüheda ve yaralıların yerine geçecekler tayin edilmiştir. Bundan başka badel-muharebe hiçbir mükâfat ümit etmeyin. Bunu vadetmem ve edemem. Hiç birimiz rütbe, nişan ve dünyaya taalluk eden menafi hevesi ve izzetiyle harb etmeyeceğiz. Bundan ümidinizi kesin! Bu harp etmeye niyet edelim ki gazamız mübarek olsun. Ya gazi veya şehid olalım.”

Varlığı korumanın diyeti, kendini feda etmenin diğer adıydı Çanakkale’de. Bu aynı zamanda bir şuurdu. Çünkü “ben” yok, “biz” vardı. Ücret, mükâfat beklentisi yoktu, çünkü en büyük rütbe olan “şehadet” en büyük arzu idi.

Nitekim gaddar batının devasa gemileri ya denizin dibini boyladı ya da gerisin geri dönüp gitti. Çanakkale bize ve bütün dünyaya bir kez daha gösterdi ki “İman varsa imkân vardır!”

101 sene sonra bugün imkân var şükürler olsun. Fakat kuvvetli imana daha çok ihtiyaç var olduğunu görüyoruz. O gün sıradağlar gibi durup düşmana geçit vermeyen ceddimizin taşıdığı ruhun kaynağına sarılmak ve bütün cihazatıyla sahip çıkmak mecburiyetinde olduğumuzu yakinen ve acı tecrübelerle anlamak zorunda kalıyoruz.

Ne demek mi istiyorum? Demek istediğim şudur: her şeyi bir tarafa bıraktığımızı farz edelim bir an. Sadece mesela yukarıya iktibas ettiğim Yüzbaşı Hilmi Efendinin notlarını aslından okuyabilir durumda değiliz. İstimal ettiği kelimeleri tanımıyoruz. Latin harfleriyle yazılmış olanları da anlamıyoruz. Şimdi ben soruyorum: Çanakkale geçilmedi mi?

Çanakkale’de geçirilmek istenmeyen Albert, Alfred, Tony miydi yoksa bugün içine düş/ürül/düğümüz ve kendi harsımızı yaralayıp yok etme azminde olan İngiliz, Alman, Amerikan kültürü müydü? Geçirmeyiz diye canların verildiği, düşman tanımıyla cephemizde bulunan batı kıyafetli insanlar mıydı yoksa Latin dünyasının harfleriyle bizi çepeçevre saran dini, milli, kültürel varoluşumuza yabancılık katan unsurlar mıydı?

“Dilim dünyamdır” diyen Batılının sözü, özünde “Siz de bizimsiniz; bakın Çanakkale’yi de geçtik, İstanbul’u da geçtik, Suruç’u da geçtik” mi demekti acaba bir yanıyla?!

Peki, 20 milyon kilometrekare –ki bugün kültürel coğrafyamız olarak mahfuzdur- şimdi nerede? Biz bu coğrafya sakinlerinin kaçıyla, Avrupa’nın kendi içinde sırf menfaatleri uğruna da olsa anlaşabildikleri gibi, anlaşabilir durumdayız?

Dünyamız dilimiz mi oldu acaba, dilimiz kuşa döndüğünden beri? Yoksa Çanakkale’den öteye gidemez olan bizler için mi idi, 101 seneden sonra bir asır önce söylenen o muhteşem söz!

Çanakkale’yi geçirtmek istemiyorsak Osmanlı Türkçesini de öğrenmek zorundayız!

İstesek de istemesek de! zamanın iicaatı bizi buna zorluyor. Yoksa ne ben kalır ne de biz!


=>DERGİYE ABONE OLMAK İÇİN TIKLAYIN...
=>Osmanlıca Eğt. ve Kültür Dergisinin " www.osmanlicadergi.com " Adresini de Ziyaret Etmenizi Tavsiye ederiz...


* Yorum eklemek için Üye Girişi yapınız.
Pozitif Oran 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00