İRFAN MEKTEBİ DERGİSİ KASIM 2025

  • 0.0 Yorum var.
  • Ürün Kodu : 04 03 25 11
  • Marka : SÜEDA

  • Toplam Fiyat
  • Fiyatı
    24,00 TL + KDV
  • Adet :
  • Çevirmen
  • Yayın Tarihi
  • ISBN
  • Baskı Sayısı
  • Dil
  • Sayfa Sayısı
  • Cilt Tipi
  • Kağıt Tipi
  • Boyut
  • Aynı Gün Kargo
  • En Ucuz Ürün
  • Fırsat Ürünü
  • Hediyeli Ürün
  • Hızlı Kargo
  • İndirimli Ürün
  • Özel Ürün
  • Sınırlı Sayıda
  • Şok fiyatlı
  • Yeni Ürün
  • Ücretsiz Kargo

GEMİ BATTlĞI YERDE ARANIR

Bir millet, yönünü kaybettiğinde haritaya değil, hafızasına bakar. Çünkü pusulası kırılan bir gemiyi yeniden yola çıkaracak olan, terk ettiği denizde saklıdır. Osmanlı Türkçesi meselesi tam da böyle bir arayıştır: kaybettiğimizi sandığımız bir geçmişi yeniden bulmak değil; kendi sesimizi, kavram dünyamızı, düşünce köklerimizi bugünün dünyasına yeniden taşımaktır.

Cumhuriyet sonrası yaşanan alfabe değişikliği sadece yazıyı değil, düşünce biçimimizi de etkiledi. Kelimeler değişti, kelimelerle birlikte kavramlar, kavramlarla birlikte milletin kendisini tanımlama biçimi dönüştü. Ancak tarih, değiştirilmiş harflerle birlikte yok olmadı; yalnızca erişimi zorlaştı. Bugün Osmanlıca öğrenmek, geçmişe takılı kalmak değil; üstü örtülmüş bir hazinenin kapağını yeniden açmaktır.

Kelimeler sadece iletişim aracı değildir; zihnin aynası, düşüncenin taşıyıcısıdır. Bir kelimeyi kaybettiğinizde, o kelimenin işaret ettiği mana âlemini de kaybedersiniz. Osmanlıca’dan uzaklaşmak, sadece bir yazıyı değil; bir düşünme biçimini, bir dünya tasavvurunu, hayatı anlama yöntemini terk etmek demektir. “Mezar taşı okumak için Osmanlıca öğrenilmez” sözü bu açıdan yetersizdir. Mezar taşları yalnızca ölülerin isimlerini taşımaz; bir medeniyetin zaman anlayışını, ölümle kurduğu ilişkiyi, insanı nasıl konumlandırdığını gösterir. O taşlara kazınan her kelime, aslında bugün bize kim olduğumuzu fısıldayan canlı bir hafıza kaydıdır.

Osmanlıca bilmek, geçmişte kalmış bir dönemi tekrar etmek değil; bugün yaşadığımız kimlik bunalımlarına, anlam krizlerine, kültürel dağınıklığa karşı içerden bir çözüm üretmektir. Çünkü insan, kelimelerle düşünür; düşüncesi kelimeyle derinlik kazanır. Dil fakirleştiğinde düşünce de fakirleşir; kelimeler yabancılaştığında kimlik bulanıklaşır. Bu sebeple Osmanlıca, yalnızca tarihçilerin ya da akademisyenlerin çalışma alanı değil; kendini tanımak ve geleceğine yön vermek isteyen her birey için kurucu bir unsurdur.

Bir milletin kullandığı dil, onun yalnızca ne söylediğini değil; nasıl düşündüğünü, neye inandığını, hayatı nasıl anlamlandırdığını da gösterir. Osmanlı Türkçesi, bize ait kavram dünyasının anahtarıdır. Bu anahtarı eline alan bir genç, geçmişe değil; yarına bakar. Çünkü kökleri sağlam olan bir ağacın dalları göğe daha güvenle uzanır.

Gemi battığı yerde aranır. Bugün kendi kültürel bütünlüğümüzü, manevi direncimizi, kimlik bilincimizi başka yerlerde değil; kendi kelimelerimizin derinliklerinde bulacağız. Osmanlıca öğrenmek; bir nostalji değil, diriliş iradesidir. Bu dilde saklı olan mana, yalnızca geçmişi anlatmıyor; geleceğe dair pusulamızı da yeniden gösteriyor.

Osmanlıca, üstü örtülmüş bir hazine değil; yeniden açıldığında millete istikamet verecek bir düşünce kaynağıdır. Bu dosya konusu, işte bu farkındalığın çağrısıdır: Hafızasına dönen bir millet, istikbalini kaybetmez.

Bugün genç nesiller, kimlik arayışını farklı ideolojilerde, dijital akımlarda, küresel kimlik modellerinde sürdürmektedir. Fakat aradığı cevabı bulmaları mümkün değildir. Çünkü kimlik, dışarıdan alınan kalıplarla değil; içeriden/kendinden yükselen sesle inşa edilir. Osmanlı Türkçesi, işte o iç sesin dilidir. Bu dil açıldığında, millet kendini yeniden duymaya başlar. Hangi değerlerle yüceldiğini, hangi kavramlarla medeniyet kurduğunu, nasıl düşündüğünü hatırlar.

* Yorum eklemek için Üye Girişi yapınız.
Pozitif Oran 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00