BOŞ BAŞAK DİK DURUR
Bir atasözü şöyle der: “Dik duran başağa aldanma. Ya henüz olgunlaşmamıştır ya da içi boştur.” Ve devam eder: “Başak ne kadar doluysa, o kadar eğilir.” Gerçekten bir şey taşıyan, taşıdığı yükün farkındadır. Kendisini öne çıkarma ihtiyacı hissetmez. Hakikatin ağırlığını bilen, hafif görünmek istemez. Zira gerçek büyüklük; gösterişle, kibirle değil; tevazu, vakar ve alçakgönüllülükle anlaşılır.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bir mektubunda kendini “çürüyüp gitmiş bir çekirdek” olarak tarif eder. Bu sadece bir tevazu ifadesi değil, aynı zamanda bir hakikat duruşudur. Çünkü meyve veren bir ağaç, çekirdeğin toprağa düşüp çürümesiyle başlar. O çekirdek kabuğunu kırmadan, enaniyetini bırakmadan yeşeremez. O hâlde insan da hakikate vasıta olmak istiyorsa, önce kendi iddiasından ve benliğinden vazgeçmelidir. Hakikate yer açmak için önce “ben” duvarını yıkmalıdır.
Eğer sen de hakikatin taşıyıcısı olmak istiyorsan, çekirdek gibi düşünmelisin. Kabuklarını kırmadan, içindeki “ben” sesini susturmadan meyveye dönüşemezsin. Benlik, hakikatin önüne perde olur. O perde kalkmadan, tohum çatlamadan hakikatle temas kurulamaz. Tevazu bu yüzden sadece alçakgönüllülük değil; benliğini geri çekerek hakikate alan açmaktır.
Tıpkı kuru bir asma çubuğu gibi… Ne sesi çıkar ne de şekliyle dikkat çeker. Ama üzüm salkımları onun üzerinden sarkar. O sahip değil, taşıyıcıdır. Kendini göstermeye çalışmaz, meyveye hizmet eder. Hakikat onun üzerinden geçer, o da bundan şeref duyar. Çünkü bilir ki kıymet, taşıdığında değil; taşıdığına yer açtığında artar. Gerçek yücelik de kendini ortaya koymakla değil, hakikate yer açmakla başlar. Ve insan, kendi hiçliğini idrak ettiği ölçüde hakikatin sonsuzluğunu görebilir.
Başta ne demiştik? Dik duran başağa aldanma! Zira kibir, çoğu zaman küçüklüğün kamuflajıdır. Her insanda görünme, bilinme arzusu vardır. Ama bu arzunun mahiyeti, insanın kemaline göre şekillenir. Kişi eğer bulunduğu makamdan daha düşük bir liyakate sahipse, oraya erişmek için olduğundan büyük görünmeye çalışır. Bu çaba kibri doğurur. Fakat kişi gerçekten o makamdan daha kıymetliyse, tevazu gösterir. Eğilir, haddini bilir ve böylece daha da büyür.
O hâlde hatırlayalım: Gerçekten yüksek olan, yükselmeye çalışmaz. Çünkü bilir ki; yücelik, tevazuyla başlar. Ve insan, Hakk’ın huzurunda ne kadar eğiliyorsa, işte o kadar yücelir. Çünkü kıymet gösterişle değil, sükûnetle fark edilir. Ve hakikat, dik duran boşluklarda değil; eğilmiş kalplerin toprağında kök salar.
Biz de bu ay dergimizde tevazuya dikkat çekerek, biraz olsun benlik kabuğumuzu kırmaya, kalbimize çeki düzen vermeye niyet ettik. Zira biliyoruz ki, gerçekten meyve vermek istiyorsak, önce toprakla yüzleşmemiz gerekir.